On gün olarak planladığım alternatif Likya Yolu rotamı çoktan yarıladım. Bu sabah Kalkan’da uyandım ve akşam Kekova’da konaklayacağım. Kalkan’dan Kekova’ya kadar aktarmasız giden bir toplu taşıma seferi bulunmuyor. Bu nedenle önce Demre’ye gidecek ve Demre merkezini gezeceğim. Demre Otogar’dan hareket edecek son sefer ile de Kekova’ya, Kaleköy’e gideceğim.
Kalkan – Kaş – Demre arası toplu taşıma ile ulaşım
Otogardan hareket eden Batı Antalya turizm firmasının tarifeli seferi Kalkan’dan Demre’ye gidiyorum. Kalkan – Demre arası yaklaşık iki saat sürüyor.
Kalkan’dan hareket ettikten yaklaşık beş dakika sonra Kaputaş Plajı’na ve yarım saat sonra Kaş Otogarı’na varıyoruz. Kalkan – Kaş bileti 6 TL ve Kalkan – Demre bileti 13 TL olarak kesiliyor. Saat 10:00’da Kaş Otogarı’ndan hareket eden midibüs, saat 11:30’da Demre Otogarı’na varıyor.
Bol manzaralı ve oldukça keyifli bir yolculuk yapıyorumç
Demre Otogarı’nda ve sokaklarda antik Likya Yolu yürüyüşçülerine ve Noel Baba Kilisesi’ni ziyarete gelmiş Rus turislere rastlıyorum. Fethiye ve Kalkan civarındaki reklam panolarında ve tabelalarda İngilizce hakim iken Demre’de çoğu tabela Kiril alfabesi ile yazılmış. Mağaza etiketlerinde ise paund yerine USD veya Euro karşılıklar var.
Demre Noel Baba Kilisesi
Sırt çantaımı otogardaki emanet odasına bırakıyorum. Demre merkezindeki ilk durağım hemen otogarın arka tarafındaki meydanda kalan iki bin yıllık nam-ı değer Noel Baba Kilisesi Müzesi olacak. Müze statüsünde olan yapıyı günde ortalama 2000 Rus turist ziyaret ediyormuş.
Kilisenin arkada kalan bahçesinde restorasyon çalışması var ve bir bölümü kapalı. Benden az evvel içeri giren Papaz ve takip eden Rus grup içeride kısa bir ayin düzenliyor. Kilisede, Ortodoks inancında önemli bir yeri olan Aziz Nikolaos’ın taş lahtini camekan içinde görebilirsiniz. Azizin kemikleri ise zamanından korsanlar tarafından İtalya’nın Bari kentine kaçırılmış.
4. yüzyılda Myra’da yaşamış ve kentin Likya birliğinin başkenti olduğu dönemde başpiskoposluğunu üstlenmiş (Doğu Roma hükümdarı II. Theodosius dönemi) yardımsever Aziz’in bugün nasıl Noel Baba olarak anıldığının hikâyesi ise yüzyıl başında yayınlanmış bir radyo programına, İskandinav mitolojisine ve modern çağın ticari reklam kampanyalarına dayanıyor.
Aziz Nikalaos – İskandinav mitolojisi ve tonton yanaklı Noel Baba
Zengin bir buğday tüccarının oğlu olan Pataralı Nikolaos, miras kalan servetini yoksullara yardım için harcarmış. Gel zaman git zaman, bir akşam sokak penceresi açık kalmış bir evin içindeki konuşmalara kulak misafiri olmuş. Genç kızın evlilik çağı gelmiş ancak çeyiz alacak parası olmadığı için evlenememektedir. Hayırsever Nikolaos, gün boyu bu aileyi rencide etmeden nasıl yardım edebileceğini düşünmüş. Gece olup da herkes uyuyunca evin bacasından içeri girmiş ve genç kızın sobanın üzerine astığı çorabın içine altın ve hediyeler bırakmış.
Bugünün tonton Noel Baba’sına atfedilen bu hikâye, geçtiğimiz yüzyıl başında Finlandiya’da yayınlanan bir radyo programında anlatılır. Çocuklardan yeni yıl dileklerini anlatır mektuplar yazmaları istenir. Neden Finlandiya derseniz, İskandinav mitolojisinin bir hikâyeye benzerliğinden dolayı olabilir. Bu hikaye der ki, yüce tanrı Odin uçan atı ile avlanmaya gittiği zaman, köydeki çocuklar da yorgun dönecek atlar karını doyurabilsin diye çizmelerinin içine havuç ve saman doldururmuş. Dolu cizmeleri şöminenin yanına asarmış. Odin de çocukların bu iyiliğini karşılıksız bırakmaz ve çocukları şeker-çikolata ile ödüllendirirmiş.
Modern zamanlara tekrar geri geldiğimizde ise pamuk pamuk sakallı, kürklü, kırmızılı kıyafeti ve şapkası ile aşina olduğumuz tonton ihtiyar, esasen 1931 yılından itibaren Coca Cola’nın reklam kampanyalarında kullanılmaya başlayan bir çizim üzerine hayat bulmuş. Meraklısına, karakalem dünyaya dalarsanız daha da gerilere, Coca Cola’ya esin veren 1862 tarihli bir derginin kapağındaki karikatüre ve O’na ilham veren Amerikalı bir şairin Aziz’e vurgu yapan şiirlerine ulaşmak mümkün!
Demre plajları
Yarım saat sonra Salih abi ile buluşuyoruz ve birlikte önce Demre Plajlarını sonra da antik kent kazılarını geziyoruz. Tesadüfen tanıştığım, yirmi yıllık turizmci Salih Topuz’a hem konaklama (Kent Pansiyon) hem de yerel aktiviteler veya Likya yolunda rehberliği için +905354402566 no’lu telefonundan ulaşabilirsiniz. Kısaca bahsettiği, Demre’nin etrafındaki tepeleri aşıp Radar Tepesi üzerinden Finike’ye uzanan (36 km) ve üç gün boyunca tüm yiyecek, içecek ve kamp malzemelerini de yanlarında taşımalarını gerektiren parkur, kulağa hayli zor ve heyecanlı geliyor! Öğle sıcağının altında bana hiç mümkün görünmüyor olsa da, Demre’den gece konaklayacağım Üçağız Köyü’ne de 5-6 saatte yürümek mümkünmüş.
Yarımadadan karşıdaki dağlara kadar uzayıp giden sahilde kumsal plajlar olduğu gibi çakıl olanlar da var. Yarımada tarafı daha derin ve dalgalı iken dereden gelen soğuk su akıntısı ile beslenen Çayağzı tarafı daha sığ ve durgun.
Demre’nin kitlesel turizme uzak kalmış ve bakir doğasında ilerlerken, yol boyunca gördüğümüz yerli yabancı şantiye tabelaları geleceğe ışık tutuyor. Anlatılana göre; Demre için de Belek modeli bir yapılaşmaya gidiliyor ve hali hazırda bölgenin tek büyük oteli olan 1000 yataklı Nielsen Tatil Köyü’ne pek çok rakip geliyor.
Henüz herhangi bir tesisin veya işletmenin bulunmadığı 15 km uzunluğundaki sahil boyunca karavanınızı istediğiniz yere park edebilir, çadır kurabilir veya bir şemsiye açıp altında ister güneşlenir ister piknik yapabilirsiniz. Yağmurlu geçen günlerin ardından sahilde tekne sayısı azalmış olmak ile birlikte, Çayağzı sahilinde bekleyen tur tekneleri ile Kekova’ya ulaşabilir ve civar adalara düzenlenen turlara katılabilirsiniz.
Andriake Antik Kenti
Demre ovasını besleyen dere ağzındaki bu sığ sular antik çağlarda Andriake Limanı olarak anılmış. Sahilden uzaklaşıp bölgede hüküm süren Roma döneminin en büyük limanı olmuş Andriake kazı alanına gidiyoruz. Şehre 5 km mesafedeki alüvyon kaplı alan, çağlar önce Myra kentinin limanı olarak inşa edilmiş.
Kalkan’dan gelirken, tepelerden deniz seviyesine inerken sağlı sollu gördüğüm Likya antik mezar kalıntılarının yamacında kalan ve Demre’nin içinden geçen çay ile sulanan verimli topraklardan denize açılan bu antik limanın ağzında zamanında zincir çekili imiş. Şehri bu sayede korsanlardan korumaya çalışmışlar. Gel gör ki, milattan önce (kaya mezarlarından ve basılan sikkelerden şehrin en geç MÖ 5. yüzyılda kurulduğu anlaşılırmış) kurulan şehir yüzlerce yıl süren refah döneminin ardından 809’da Abbasilerin kuşatması sonrası gerileme başlamış. Gelecek yıllarda da Arap denizcilerin defalarca işgal ettiği, seller ve depremler ile yıkılan, harabeye dönüşen kent 11. yüzyıl başlarında Selçuklu hâkimiyetine geçmiş.
Demre çevresinde devam etmekte olan kazılarda bulunan eserler bugüne kadar Antalya Müzesi’nde sergilenmekte iken, son dönemde, yine liman içinde bulunan orijinal tahıl ambarı* restore edilerek, çatısı kiremit ile kapatılmış ve Demre Müzesi olarak kullanılmak üzere tasarlanmış (* Granarium – sekiz odalı – dikdörtgen planlı; Hadrian dönemi: MS 117-38; Antalya Kale surlarındaki Hadrian kapısı ile aynı dönem).
Sit alanın önünde otostop çeken Alman çifti de alıp merkeze geri dönüyoruz. Salih abinin Likya yolcusu turist arkadaşlar ile Almanca yaptığı sohbetten ben de çat pat anlamaya çalışıyorum ve yakaladığım birkaç kelimeden bölge ve Likya yolu ile ilgili tiyoları not alıyorum. Çiftin bir sonraki durağı olacak Karaöz’den öyle methederek bahsediyorlar ki Karaöz’de kamp yapmak için buralara bir gün tekrar geleceğime eminim. Bu arada, Karaöz’deki en güzel koylar Papaz İskelesi ve Korsan Koyu imiş!
Alman gezginleri otogara bırakıyor ve iki sene önce dağlardan denize kadar varmış ve günlerce sürmüş yangının kara izlerini takip ederek Myra’ya doğru ilerliyor ve yol ayrımında Salih abi ile ayrılıyoruz. Yol kenarındaki oklar köy evlerinin arasından devam eden Likya Yolu’nu işaret ederken, ben az turistik eşyalar satan dükkânların arasından geçip Myra Antik Kenti açık hava müzesine giriyorum.
Myra Antik Kenti
Myra Antik Kenti kazıları 2009 yılında başlamış ve halen devam etmekte. Tarihi milattan öncesine dayanan yerleşim Likya ve Roma medeniyetlerine ev sahipliği yapmış.
Antik Kent alanında yüzlerce yıla direnmiş tiyatro sahnesi ve yamaçta oyulmuş kral mezarları görülmeye değer. Antik tiyatronun basamaklarını tırmanıyor ve sahnenin etrafında dolaşıyorum. Tiyatro duvarlarına işlenmiş, örgü saçlı suratlar bana çok farklı ve etkileyici geliyor.
Myra Antik Kenti ile Demre şehir merkezi arası yaklaşık 2 km. Sera bahçeleri arasından devam eden yol kenarından yürüyerek gidiyorum.
Gözlemlediğin kadarı ile, Demre çevresinde seracılık oldukça yaygın. Salih abi ile sohbet ederken de “Bugünlerde (Eylül sonu) domates biber ekiliyor,. Bir ay kadar sonra ekilmedik bir yer kalmaz” diye bahsetmişti. Hasat zamanı gönüllü kimse geliyor mu diye soruyorum. Şehirli gönüllülerin karın tokluğuna seraya gelip çalışması pek alışıldık bir şey değişmiş. Yine de, Aralık ayı başında yapılacak portakal hasatı için cazip bir davet alıyorum.
Demre’den Kekova’ya toplu taşıma ile ulaşım
Demre genelinde toplu taşıma pek yaygın görünmüyor. Yaz sezonunda bazı güzergahlar arasında minibüs seferleri varmış. Bu sene yapılan denetimde begeleri eksik olduğu için yasaklanmış.
Demreler kışın kendi araçları ile yaz günü ise mobilet ile seyahat edermiş. “Yaz günü geldi mi de serin serin mobilet ile gezeriz” diye anlatıyor Salih abi. Eylül sonrasında, okulların da açılması ile Demre sokakları hayli sessiz. Çarşıda bir restoranda yemek yiyor ve otogara dönüyorum. İkindi güneşi bastırdığı saatlerde otogarın arka tarafı gölgede kalıyor. Sandalyesini gölgeye çekmiş amcaların yanına ben de bir sandalye çekiyor ve hareket saatine kadar oturuyorum.
Yaz sezonunun ardından, Batı Antalya firması Demre’den Kekova’ya günde tek sefer yapıyor. Saat 17:15’de hareket edecek minibüs ile Kekova Kaleüçağız Köyü’ne gideceğim. Demre ile Kaleköy arası yaklaşık 17 km.
Demre Otogarı’ndan hareket edecek minübüs batıya Kalkan yönüne doğru gidecek ve sahile doğru sapacak. Yolculuk yaklaşık yarım saat sürecek ve bilet ücreti 5 TL.
26.09.2015
5 thoughts on “Likya denizi: Demre”