Likya medeniyetinin izlerini takip ettiğimiz Batı Akdeniz rotamızın ilk haftasını devirdik. Bugün için Patara Antik Kenti’ne su taşımış su kemeri (akuadük) kalıntılarını görmeyi planlamıştık. Kalkan tepelerinde yol alacak, doya doya Akdeniz mavisini seyredecek ve kamp kuracaktık. Gel gör ki, içimizdeki İstanbullu rahat durmadı ve gün sona ermeden Phellos Antik Kenti’ne kadar ulaştık.
Patara antik kenti – Delikkemer – Tarihi su kemeri (akuadük)
Patara, Likya birliğinin en önemli ve gelişmiş kentlerinden birisi olmuş. İçme suyu ihtiyacı da kilometrelerce uzanan su kemerleri ile Toros Dağları’ndaki kaynaklardan sağlanmış. Antik dönem mühendislik harikasının Patara’ya 20 km mesafedeki Kızıltepe Kayalıklarından su taşımış olduğu yazıyor. Bugünkü İslamlar Köyü yakınlarından.
Günümüze ulaşmış en belirgin izleri Gelemiş Köyü’ne 8-9 km mesafede, Fırnaz Koyu manzarasını seyreden tepelerde görebilirsiniz. Buraya işaretli Likya yolu parkurunu takip ederek de ulaşabilirsiniz.
Kalkan ve Kaş tepeleri yürüyüşçüler için harika manzaralar sunuyor. Kamp kurmak için Bezirgan Köyü yakınlarındaki Bezirgan Yaylası’nı veya Sarıbelen Yaylası’nı tercih edebilirsiniz.
Tepelerden geçen manzaralı yolları takip ediyor ve sık sık durup Akdeniz mavisini ve adaları seyrediyoruz. Ekim sonu olmasına karşın, öğle saatlerinde güneş hayli yakıcı olabiliyor.
Gökçeören Köyü ve tarihi tahıl ambarları
Gökçeören Köyü’ne vardığımızda bir gözlemeci tabelasını görüyor ve öğle yemeği molası veriyoruz. Akdeniz köylerinde gezerken, her köyde en ulaşılabilir yemek alternatifi olarak bir gözlemeci bulabilirsiniz. Hüseyin abi’nin eşi harika gözlemeler yapıyor ve sıcak sıcak yiyoruz. Bizim gibi mola vermiş diğer yürüyüşçülerle sohbet ediyoruz.
Likya Yolu’nu yürüyecek iseniz kamp, konaklama ve rehberlik konusunda da Hüseyin abi’den destek alabilirsiniz.
Son bardak çaylarımızı içerken Hüseyin abi tembihliyor. Phellos yolunu biliyorsunuz değil mi, Pınarbaşı köyünden? “Evet evet sağol Hüseyin abi, Pınarbaşı Köyü’nden gideceğiz!”
Gökçeören’de mola vermemizin bir diğer nedeni ise meşhur tahıl ambarlarını yakından görmek idi. Bu konuda ilk akla gelen yerleşim olan komşu Bezirgan Köyü vakti ile Elmalı-Kalkan arasındaki kervan yolu üzerinde yer alıyormuş. Hali ile, günümüze ulaşan en fazla ambar da bu köyün yaylasında yer alıyor.
Diğer yandan, köylülerin kışlık erzaklarını saklamak için yapmış olduğu bu yapıları pek çok Batı Akdeniz köyünde, Elmalı eteklerinde görebilirsiniz. Hatta, Finike yakınlarında yer alan Limyra Antik Kenti’nde inşa edilmiş bir deneysel arkeoloji evi de bu ambarlar ile bağdaştırılabilir.
Bu çalışmada herhangi bir sabitleyici kullanmadan, geçme ahşap tekniği ile bir Likya evi inşa edilmiş. Benzer mimariyi Likyalılar için oldukça önemli olan kaya mezarları üzerinde, ahşap unsurların taş üzerine yontulmuş şekli ile görebiliyoruz. Bu teknik, sonraki yüzyıllarda ise bölgeye göç eden diğer halklar ve nihayet yörükler tarafından inşa edilmiş yapılarda kendini göstermeye devam etmiş.
Gökçeören Köyü’ne gitmişken caminin karşısındaki muhtarlığın ahşap kapısı ve üzerindeki işlemeleri de görmenizi öneririm!
Phellos Antik Kenti’ne tırmanıyoruz
Manzaralı tepeleri ardımızda bırakıyor, Çukurbağ sırtından Pınarbaşı Köyü’ne doğru ilerliyoruz. Köy merkezine varmadan, antik kentin tabelasını gördüğümüz noktada aracımızı park ediyor ve patikaya doğru yürüyüşe başlıyoruz. Daha beş on metre yürümüştük ki üç İngiliz ile karşılaşıyoruz. Selamlaşırken bir tanesi yolu bilip bilmediğimizi soruyor. Evet diyoruz, elimizde koordinatlar var. Dahası önümüzde de Likya yolu tabelası var. 2 km gösteriyor, sorun değil!
Tamam diyor, iyi yürüyüşler! Diğer bey sohbete katılıyor. “Bu ilerideki araç sizin değil mi? Biz burada yerleşiğiz (resident), dün de sizi Patara’da görmüştük, iyi yürüyüşler” diyor. “Evet” diyoruz, Dün Patara’daydık. Size de iyi gezmeler!
Likya yolunun kırmızı-beyaz işaretlerini takip ederek yürümeye başlıyoruz. Bu yürüyüş sırasında meğer konu kaç km sürdüğü değil yolun ne kadar anlamsız olduğu imiş. Tepeye tırmanış sırasında bir parselin etrafı çit ile sarılmış ve daha yukarıda kalan antik kente ulaşabilmek için nerede ise tüm arsasın etrafını dolanmanız gerekiyor. Çitlerin kenarından, belli ki yürüyüşçüler için dar ve engebeli bir patika açılmış. İlk lahiti görene kadar bu çitin kenarından ve dikenli çalılar arasından yürümeniz gerekiyor.
Nihayet ağaçlar arasında kaybolmuş antik kente ulaşıyor ve rehber kitabımızda* gördüğümüz Likya dönemi emarelerini arıyoruz.
Phellos Antik Kenti
George Bean’in kitabında * bahsedildiği üzere, Phellos ve Antiphellos kentleri, Yunanca isimlendirilmiş birkaç Likya şehri arasında sayılıyor. Phellos ismi, Yunanca “taşlık ülke” anlamına geliyor. Haksız da diyemeyiz!
Kelime ayrıca “mantar meşesi” anlamına da geliyormuş (quercus suber). Ancak günümüzce bu ağaç cinsine yoğunlukla Portekiz, batı İtalya ve Afrika’nın Akdeniz kıyılarında rastlanıyor. Kim bilir belki bir zamanlar Akdeniz dağlarında da vardır. Mantar meşesinin endüstriyel olarak yetiştirildiği bir ormanı bir kez Portekiz köylerini gezerken görmüştüm.
Yıllar içinde bulunan yazıtlar doğrultusunda, kentin Likyalı isminin Vehinda olduğu tespit edilmiş.
Kentin kuzey ve güney sırtları sarp kayalıklara dayanıyor. Sahip olduğu korunaklı konumu yıllar içinde kentin önemini artırmış. Bir görüşe göre ise, Phellos büyük bir kent yerleşimi değil askeri bir üs olarak işlev görmüş.
Seramik buluntulara dayanarak yerleşim tarihi MÖ 7. Yüzyıla kadar geriliyor. Bulunan 130 kadar mezarın yarısı MÖ 6-4. yüzyıllara tarihlenmiş. Kentte MÖ 425 yılında sikke basıldığı biliniyor. Helenistik dönemde tepede kurulu olan merkez (Phellos) önemini yitirirken, sahilde kurulu liman ve çevresi (bugünkü Kaş merkezi) ticaret yaparak zenginleşmiş. Roma dönemine gelindiğinde Antiphellos bölgesinin liderliğinden açıkça söz ediliyor. Teke Yarımadası sırtarında yerleşmiş Likyalılar için esas ticaret unsuru genellikle kereste (özellikle sedir) olmuş iken Antiphellos’un ismi sünger avcılığı ile anılıyor.
Antik kentten günümüze ulaşmış birkaç lahit, biraz daha yukarıda kuzey surlarından bir bölüm ve Likya tipi poligonal duvar örgüsü görülebiliyor. Kent, ağaçlar ve maki örtüsü altında kaybolmuş.
Kitaplarda, tepedeki anıt mezarların çeşitliliğinden ve işlemeleri ile dikkat çektiğinden bahsediliyor. Bu anlamda en görülesi lahtin kentin kuzeyinde yer aldığı yazılmış. Biz ancak birkaç lahit ve bir su kuyusu bulabildik. Kuzey surları olarak gösterilmiş duvar yıkıntısından daha yukarıya yürümedik. Onlar üzerinde de ayırt edici bir kabartma göremedik.
Kitapta ayrıca bugünkü Gökçeören Köyü yakınlarında, Seyret Yaylası çevresindeki Likya lahitlerinden de bahsediyor. Günün sonunda, hem Antiphellos liman kentinden ve hem de çevre köylerdeki kalıntılardan alacaklı kalıyoruz!
Phellos Antik Kenti’ne ulaşım
Kenti gezip gördükten sonra tırmandığımız yönden geriye dönüp iniş yapmayı planlıyoruz. Aracımıza ulaştıktan sonra toprak yola devam edeceğiz. Pınarbaşı Köyü’nü geçtikten sonra harita üzerinde işaretlediğim birkaç noktada keşif yapacak ve uygun olan bir yerde kamp kuracağız.
Not defterime, Phellos yolu üzerinde “wikiloc rotasını kontrol et” diye not almıştım. Dönüş yürüyüşüne başlamadan önce telefonumu elime alıyor, takip ettiğimiz kayıtlı rotayı ve kamp için olası noktalara olan mesafemizi kontrol etmek istiyorum.
Bu esnada, bir saat kadar önce aşağıda sohbet ettiğimiz İngiliz çifte rastlıyoruz. Biz kan ter içinde kalmışken onlar yaşlarına rağmen gayet dinç ve neşeli görünüyor. Selamlaşıp sohbet ediyoruz. “Yol üzerinde çok şey kaçırdık mı, sorduk, bizi araç ile buraya kadar bıraktılar” diye anlatıyor. Şaşkınlıkla, “Nereye?” diye sorabiliyoruz sadece. Meğer, bizim park ettiğimiz yol, onların ormana girdiği birkaç yüz metre süren geniş patikaya kadar devam ediyormuş. Yani, Phellos Antik Kenti’ne ulaşmak için ister araç ile olsun ister yürüyerek olsun Pınarbaşı Köyü’ne varmadan değil, köyü geçtikten sonra bir sapak aramak gerekiyor.
Benim yürüyüşe başlamadan kontrol etmem gereken, defalarca baktığım ama şu anda gördüğüm sapak da işte burası imiş.
Akılsız başın derdini ayaklar çekermiş derler. Çıktığım patikayı kendime söylene söylene gerisin geriye iniyorum. Gün boyunca karşıma üç farklı işaret çıkmış ancak ben hiç birini fark edememiştim. Bu dağlarda kim yerleşik, kim turist acaba?
Akşam üstü, kamp yeri ararken kentin kuzeyinden geçiyor ancak net bir sapak veya işaret göremiyorum. Eğer off-line harita kullanımı veya arazide patika arama konusunda acemi iseniz, işinizi şansa bırakmamanızı ve köylülerden yardım istemenizi öneririm.
Çukurbağ orman kampı
Aracımıza biniyor, Pınarbaşı Köyü’nü geçip orman yoluna sapıyoruz. Güneşi kaybetmeden uygun bir kamp yeri arayışındayız.
Likya yolu patikası üzerinde, Bezirgan Köyü’ne 3 km kaldığını gösterir tabela yakınlardaki düz alan bulduk. Arkamızdaki çalıların arasında yaban domuzu izleri görünüyor. Çalıları geçtikten sonra da kamp için uygun, geniş bir düzlük daha görünüyor. Gördüğümüz kadarı ile pek işlek olmadığı için, orman yolundan uzaklaşmıyor ve ilk gördüğümüz düzlükte yerleşiyoruz.
Rotamızın ilk günlerinde dolunay peşimizde iken artık hilale döndü ve ışığı azaldı. Bu gece, yüzümüzü bulutsuz gökyüzüne çeviriyor ve samanyolunu seyrediyoruz.
*Batı Akdeniz Kamp rotamızı planlarken Likya döneminden günümüze ulaşmış izleri görebilmek istedik. George E. Bean’in “Eski Çağ’da Lykia Bölgesi” isimli kitabından yararlandık.
25.10.2021